Bulgaristan Haber Ajansı (BHA) - 24 saat kesintisiz haber...

BAŞMÜFTÜ YARDIMCISI YAZDI - Kul sıkıştı, Hızır yetişti...

4 Mayıs 2011 Çarşamba |

Bulgaristan Müslümanları periyodik olarak baskılara maruz bırakılmaktadır. Özellikle biraz kendilerine çekidüzen verip ayaklarının üzerine basmaya başlayınca bir yerden bir tokat gelerek yeniden start pozisyonuna dönmelerini sağlamaktadır. Tarihimize bir göz attığımızda bunun nasıl gerçekleştiğini net bir şekilde görebiliriz. Bunun son örneğini geçtiğimiz bir yıl içerisinde “Başmüftülük krizi” şeklinde yaşadık.

Aslında bu krizin temelleri daha 6-7 yıl önce atılmış ve bu esnada zaman zaman Başmüftülüğe “aklını başına al” sinyalleri gönderilmişti. Başmüftülük yönetimi bu sinyallerin farkında olmasına rağmen üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek için zorlu yolu seçerek gönderilen sinyallere pek kulak asmadı. İşte o zaman olanlar oldu… Bulgaristan Müslümanlarının 20 küsür yıldır baş belâsı olan adam 2010 yılının Mayıs ayında mahkeme kararıyla ortaya çıkıverdi, hem de yarısından çoğu bu dünyadan göç eden şura üyeleriyle...

Birlikten kuvvet doğarmış…

Bir-iki ay içerisinde “hazret”in makamına oturup müftü ve imamların “zât-ı şâhânelerinin” elini öpmek için sıraya dizileceğini zannediyorlardı. Ancak yanılmışlardı… Ne yıllar 1990’ların ortalarıydı, ne müftüler zannettiği müftüler, ne de imamlar eski imamlardı, hatta medet umduğu yaşlı imamlarımız bile yılların şamarlarıyla çelikleşmiş ve şeytanın hilelerini öğrenmişlerdi…

Mahkeme kararının çıkmasından birkaç gün sonra imamlar Sofya’da toplanarak “bize birilerini dayatmayın” dediler. Tabiî, pek duyan olmadı, çünkü buna benzer protestolar sıkça yapılıyordu ülke içerisinde. Daha sonra silsile halinde bölgelerde protestolar başladı. Yine duyan olmadı… O zaman 5000 yakın Müslüman, müftü ve imamlarının öncülüğünde Sofya sokaklarını inleterek Bulgaristan Müslümanlarının sesini dünyaya duyurdu. Evet, Bulgar yöneticileri (Cumhurbaşkanı, hükümet, mahkeme, savcılık) bu sesi yine duymadılar, daha doğrusu duymazdan geldiler. Ama bu ses dünyanın dört bir yanında yankılandı.

Bütün bunlara rağmen baskılar, tutuklamalar, tehditler, hileler, zarf atmalar devam etti. Bunun sonucunda uzlaşma yoluna gitsek mi acaba diyenler; ya da samimî olup karşı tarafa geçip kaleyi içeriden fethedelim diyenler olmadı değil, ama her şeye rağmen, açıktan karşı tarafa geçen olmadı, inşaallah gizliden de olmamıştır. Olmamış olacak ki, zorbalık ve sahtekârlıklar başladı, müftülüklere baskınlara girişildi ve bunlar belirli mihraklarca tolere edildi. Bunun neticesinde bir müftülüğü ele geçirip Başmüftülüğü kapattılar. Tarihte ilk defa Başmüftülük kapandı, kurumun 100. Yıldönümü savcılık mührünün gölgesinde kutlandı…

Durumdan çıkmak için değişik diplomatik yollara başvurulmasına rağmen baskı günden güne artıyor, Müslümanlar ise beklenti içerisinde Başmüftülük yönetimine bakıyordu. Yönetim ise beklentiler doğrultusunda son bir hamle yaparak bütün belirsizlik ve kararsızlıklara rağmen, 12 Şubat 2011 tarihinde Olağanüstü Millî Müslümanlar Konferansı yapma kararı aldı. En kötü karar kararsızlıktan evlâdır/iyidir derler ya… Bu da biraz öyle oldu sanki. Ama bizim bildiğimiz bir ilke daha var: Bir konuda istişare edilir ve alınan karar doğrultusunda gerekenleri yapmaya azmedilerek Allah’a tevekkül edilirse, muvaffakiyet meydana gelir, gelmese bile bu sürece katılanlara karşılığı/sevabı verilir. Başmüftülük yönetiminin “kararsız kararlılığı” karşı tarafı sarsmaya başladı hemen… Bir de “kararlı kararlılık” olsaydı ne olurdu acaba?!

Olağanüstü şartlarda yeni konferans düzenlendi ve büyük bir ilgi gördü, çünkü devlet erkânı ve birçok diplomat doğrudan veya dolaylı olarak iştirak ederek kararları alkışladılar. İlk defa böyle bir konferansa İslâm Konferansı Teşkilâtı ve Balkan müftüleri katılıyordu. Ancak mahkeme, bağımsızlığını korumak için biraz derinlerde olduğundan Bulgaristan Müslümanlarının kararlarını duyamadı. “Daha derinlere sesimizi duyuramayız” düşüncesine kapılan Müslüman cemaatte Müslümanlık gereği birazcık ümit kaldıysa da bunalım başladı. Bu çaresizliğin sonucunda değişik delilikler de akla gelmedi değil… Hamdolsun pek bir delilik yapılmadı, çünkü Hızır yetişti. Allah, birisinin vicdanını mı dile getirdi, birisinin gözünü mü açtı, yoksa birisinin gözünü mü kapattı; aklını başına mı getirdi, yoksa aklını mı çeldi pek kestiremiyorum bu kadar saçmalıklardan sonra, ama… Sofya İstinaf Mahkemesi, Peygamber Efendimizin rahmet ve adalet kaynağı olarak kutlu doğumunun gerçekleştiği 20 Nisanda Bulgaristan Müslümanlarının bir araya gelerek aldığı kararları tescil etti. Sofya’da Kutlu Doğum Haftası programının gerçekleşmesine 1 saat kala da tescil edilen Başmüftülük yönetimi beş aydan beri kapalı olan Başmüftülük binasına girdi.

Bu son olaylar hiç beklemediğimiz bir anda gerçekleşti. Demek ki, Bulgaristan Müslümanlarının birlik ve beraberlikleri sayesinde kazandıkları kuvvet dile geldi. Zaten şairimizin de dediği gibi, bazılarının anladığı dil sadece: kuvvet ve satvet. Bunlar ise birlik, kararlılık ve en önemlisi inancın sonucunda ortaya çıkar.

Şimdi işin dedikodusu babında, nasıl oldu, kim yaptı, bir yıldır beklenen kararın çıkmasını tetikleyen etken neydi diye soruluyor, değişik yorumlar yapılıyor, yapıyoruz ve yapılacak da… Kararın çıkmasına uluslararası baskı sebep oldu, Boyko Borisov işi çözdü, Ahmed Doğan işini bilir, Tsvetanov ve Kasım Dal’ın oyunu var, Erdoğan selâm gönderdi, Warlick (Uorlik) işi halletti, seçimler yaklaştığı için işler düzeldi ve bilmem neler… Olabilir, belki bunların her birinin bir payı vardır veya sadece biridir ya da hiçbiri değildir. İşlerin derinliğine o kadar vâkıf değilim. Ama gördüğüm ve bildiğim bir şey var ve en önemli faktörün o olduğunu düşünüyorum:

Evet, ortada bir karar var ve bu kararın alınmasının en önemli faktörü Bulgaristan Müslümanlarının birlik halinde hareket edip azimli ve sabırlı olmalarıdır.

Yalnız şunu da bilmeliyiz ki, işler bir mahkeme kararıyla bitmiyor, daha yapacak ve istenecek çok şey var. Güzelim Bulgaristan’ımızın eşit vatandaşları olarak sahip olmamız gereken daha çok haklarımız var. “Ne verirsen kabulümdür” diyen dilenci olarak değil, bir hak sahibi olarak haklarımıza sahip çıkacağız. Ancak hiçbir zaman unutulmamalı ki, HAK VERİLMEZ, ALINIR! Vesselâm…
Vedat AHMED

0 yorum:

Yorum Gönder